"Oynadığımız bu oyunda kazanmak söz konusu değil. Ama bazı yenilgiler diğerlerinden daha iyidir, hepsi bu."
1984, George Orwell’in 1949’da yarattığı distopyasıdır. Kimilerince komünizme karşı
olarak görülüp ajan olduğu iddia edilen Orwell 1984’ün önsözünde, Bertrand
Russell tarafından “George Orwell, önce döneminin ve ülkesinin toplumsal
düzenine karşı çıktı. Büyük Rus devrimine inandı. Troçki’ye hayrandı. Ancak, İspanya
içsavaşı sırasında Stalinistlerin Troçkistlere karşı tutumu, umutlarını yıktı. Bu
durum ve yakalandığı hastalık, Orwell’i 1984’ün mutlak umutsuzluğuna sürükledi" diye anlatılır.
Kitabın
anlattığı dünya, herkesin ya da daha doğru bir deyişle proleter kısım dışında –sözde-
daha iyi şartlarda yaşayan parti mensuplarının, eşit şartlarda yaşadığı ve Büyük
Birader tarafından sürekli izlendiği bir yerdir. Bu yerde kendi
düşüncelerinizin olması yani sürüden ayrılan yönlerinizin olması bir suç
demektir. Her anınız tele ekran tarafından gözlenir ve farklı davranışları
bırakın, farklı düşüncelere sahip olup olmadığınız en ufak bir mimik ve hareketinizden
anlaşılır.
“Bilinçleninceye dek başkaldıramayacaklar,
başkaldırmazlarsa da hiçbir zaman bilinçlenemeyecekler.”
Büyük Birader’in herşeyin en doğrusunu bildiği
bu dünyada geçmiş bile değiştirilir, çünkü onun yanılması mümkün değildir ve
bunun olduğunu gösteren en ufak bir kanıt ortadan kaldırılmak zorundadır.
“Savaş barıştır.
Özgürlük köleliktir.
Bilgisizlik kuvvettir.”
Her yandan
kameralarla izlendiğimiz, düşüncelerimizin suç olduğu, devamlı savaşların
sürdüğü bir dünya, bugün yaşadığımız dünyaya aslında pek de uzak sayılmaz. Bir
yandan kurgu diye okurken diğer yandan kitabın gerçekliği rahatsız ediyor. Öyle
ki uç nokta olarak görülen bu distopya tasviri geleceğimiz böyle olabilir mi
diye düşündürüyor insanı. Ki zaten kapitalist ve hiyerarşik düzene getirdiği
açıklamalar zaten günümüz için de geçerli ve yerinde açıklamalar.
0 yorum:
Yorum Gönder